Oyun Oyna

Destekledikleirmiz

17 Kasım 2007 Cumartesi

Football Manager 2008 İnceleme

"...Başka bir takımın aksine Celtic adıyla beraber aklıma ne takımın yıldız futbolcuları, ne de devasa bir stat gelir. İlk düşündüğüm yeşil-beyaz çubuklu formadır. Ben kendimi bildim bileli, Celtic'i tanıdım tanıyalı bu formayı bilirim. Bizim takımlarımızın aksine sevdiğiniz oyuncu takımdan ayrılır endişesiyle isim yazdırmadığınız formanız seneye eskimez; grisi, açık mavisi ve benzerleri çıkmaz. İlk senenizde o meşhur formayla saha çıkarsınız, ligde o formayla Aberdeen'e 10 gol atarsınız, o formayla şampiyon olursunuz, o formayla UEFA kupasında Bayern Munich'e karşı final oynarsınız, o formayla İskoçya kupasını kazanırsınız. Oyuncularınız ellerinden geleni, hatta fazlasını yaparlar. Gecenin bir yarısı ertesi gün okul olduğunu bile bile boş, kanlı gözlerle ekrana bakarken J. Vennegoor of Hesselink 30. golünü atar, sizi mutlu eder. Nakamura ise çubuklu formasının hakkını frikik golleriyle verir, klas gollerden biri yılın golü seçilir İstatistiklerde takımınızın adı sadece yılın golüyle geçmez elbette. 11 kişilik yılın takımında 8 oyuncunuz vardır, ligin en iyi üç futbolcusu sizin takımınızdadır, Artık rakipler sizle maç yaptıklarında yenilmemek adına maçlara defansif mantaliteyle başlarlar. Böyle bir sezon sonunda kaçınılmaz olarak yılın teknik direktörü olursunuz. Takımınıza son bir kez bakıp yeni sezona kadar tatile çıkarsınız ama tatil bitmeden çubuklu formanın hakkını verecek yeni oyuncuları düşünmeye başlamışsınızdır bile..."

10 maçta 107 gol yiyen takımın teknik direktörü:

azının başında belirtmemde fayda var, hepimizin bildiği gibi Football Manager her sene farklı yeniliklerle karşımıza çıkan bir seri oyunu olduğu için her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmak yerine FM 2008'in bize getirdiği yenilikleri incelemeye karar verdim. Dilerseniz yavaş yavaş bu sezondaki artıları ve eksileri ele almaya başlayalım...


İşte meşhur çubuklu forma

"Futbol oyunu 3 ihtimalli bir oyun; yenmek, beraberlik veya mağlubiyet..."

Bu sene karşımıza çıkan yeniliklerin ilki oyunun eskiye nazaran hızlanmış olması. Birçok lig ile birlikte oyuncu veritabanımız geniş olmasına rağmen hız kesmeden ve enteraktif bir şekilde oyunumuza devam edebiliyoruz. Her ne kadar hızımız bilgisayarımızın performansıyla orantılı olsa da, ortalama yahut ortalamanın altındaki bir bilgisayarla bile oyunun başında saatler geçirmek mümkün. Anlayacağınız eskiden olduğu gibi bir yandan oyunumuzu oynayıp bir yandan kitabınızı okumak artık mümkün değil(Tabii benim gibi deneme amacıyla 30 küsur ülkeden 30 küsur lig açarsanız evdeki ansiklopedileri bile bitirmeniz mümkün, orası ayrı). Vaat edilenlerden bir diğeri olan yeni arayüzün kullanımı ise oldukça rahat. İlk bakışta yabancılık çekmemize rağmen çok kısa bir zaman dilimi içerisinde adapte olmamak için hiçbir neden yok. Tüm bu yeniliklere ek olarak 2D maç ekranındaki maç öncesi ve sonrası konuşmalar da geliştirilmiş, maçla ve maçın adamıyla ilgili tahminler eklenmiş. Takımlar ve oyuncular için günün önemli olaylarını görebilmemiz sağlanmış. (Şu oyuncunun 200. lig maçı gibi.) Maç motoru için gerçek hayattaki menajerlerden destek alınması bile başlı başına takdir edilebilecek bir gelişme.

Spider-Man: Friend or Foe

Geride bıraktığımız yaz boyunca üçlemenin son filmi, beraberinde gelen oyunu, şapkası, kalemi, sırt çantası, çarşaf yorgan takımı derken en çok hafızalarımızda yer eden kahraman herhalde Örümcek Adam olmuştur. Hepimiz yeni bir Örümcek Adam oyunu için artık zamanın geldine karar vermiştik ki(!) sağolsun Marvel bizleri daha fazla bekletmemiş ve Friend or Foe'yu kafamıza atmış.

İlk giriş demosunda göreceğiniz üzere gayet uydurmasyon ve klişe bir hikayeyle Örümcek Adam'ın artık amca oğlu olduğu düşmanları (Doc Oc., Scorpion, Venom, Sandman vs..) bilinmeyen bir güç tarafından kaçırılır ve ortam şenlenir. Marvel 90'ların ortalarında kendi çizgiromanlarındaki iyi ve kötü karakterleri daha büyük bir kötülüğe karşı ittifak yaptırma klişesini önümüze konan bu oyunda fazlasıyla kullanmış.

Spider Pig

Intronun bitimiyle soluğu dünyayı bu yeni tehlikeden kurtamaya çalışan S.H.I.E.L.D'in ana gemisinde alıyoruz ve burada menü şeklinde dizayn edilmiş bir ana güverte bizleri bekliyor. Burada bölüm atladıkça yenileri eklenen, her bölüm boyunca sırt sırta dövüşeceğiniz yan karakteri seçebildiğiniz gibi hem kendiniz hemde yan karakter için yeni yetenek ve güçler satın alabiliyoruz. Satın almak deyince tabii ortada bir para biriminin bulunması gerekli ki bu da oyun boyunca düşmanlarımızdan ve sağda solda kırıp döktüğümüz nesnelerden çıkan markalar. Kırıp döktüğünüz nesnelerden markaların yanı sıra oyun esnasında kullanabildiğiniz özel güçler kazandıran kristaller de çıkmakta. Aynı şekilde bu kristalleri ana menüde marka karışılığı almanız da mümkün. Menüyle ilgili bir diğer şey ise bölüm boyunca açtığınız ve temizlediğiniz gizli odaların arena olarak versus modunda seçilebilir olması. Versus modu demişken oyunu iki kişi aynı makinede oynanabilmekteyiz. Yani bir oyuncu Örümcek Adam'ı yönlendirirken diğer oyuncu seçilen yan karakteri oynama şansına sahip. Aynı şekilde tek tabanca takılırken de TAB tuşuna basılı tutarak yan karakterlere geçiş yapabilme şansınız var. Ancak malesef yan karakterlerin komboları ve özel hareketleri Örümcek Adam kadar zengin olmadığından bu karakteri oynayan kişi için bir monotonluk söz konusu. Çoklu oyuncu desteği arcade mantığıyla çalışıyor yani internet veya herhangi bir ağ üzerinden farklı oyuncularla oynama şansınız yok.



Oynanışıyla Marvel Ultimate Alliance'la oldukça benzerlik gösteren oyunumuzun zorluk derecesi de bir hayli kolay olmuş. Bunu söylerken oyunun hedef kitlesini göz ardı ettiğimi sanmayın. Oniki yaşındaki minik bir dost için bile herşey süt liman. Tek yapmanız gereken iki üç tuşa sürekli ve rastgele basıp ekranda olup biteni izlemek. İzlemek derken kontrollerin böyle basit olmasının aksine kombolardaki ve özel hareketlerdeki animasyonlar çok estetik ve keyif verici. Yani bir makro programı kurup devamlı düğmelere basmasını sağlarsanız oyunu baştan sona Örümcek Adam'ın mini bir filmini izler gibi takılabilirsiniz. Oynamaktan daha az sıkıcı olacağına bahse girerim.

The Witcher

Polonyalı yazar Andrzej Sapkowski, The Witcher serisini (Polonyaca da: Wiedźmin) yarattığında, gerek kendi ülkesinde, gerekse dünya çapında bu kadar ses getireceğini sanırım tahmin bile edemezdi. Piyasaya çıktığı tarihten günümüze kadar gerek romanları, gerekse filmleri ve çizgi kitapları ile kendine has bir hayran kitlesi oluşturan The Witcher, çok geçmeden sanal ortamda da kendine yer edinmek için hamlesini yaptı. CD Projekt adındaki yine Poloyalı oyun yapım şirketi, bu proje üstünde çalıştığını geçtiğimiz senelerde duyurmuş, en son yapılan E3 fuarında da kendilerinden bir hayli söz ettirmişlerdi. Kendi alanlarında bu güne kadar sadece yabancı yapımları kendi dillerine çevirme işleri ile uğraşan bir yapımcı için 'ilk' denebilecek bir girişimdi bu aslında. Özellikle yapımın bir RPG olması ve hikayenin hiç de azımsanmayacak bir temele dayanması, beklentilerin bir hayli yüksek olmasının yanında ister istemez insanlara 'acaba?' sorusunu da sorduruyordu. Tüm bu kararsızlıkların bitiş nedeni, yani oyunun piyasaya çıkışı ise geçtiğimiz günlerde gerçekleşti. Uzun ve çileli bir bekleyişin ardından gelen bu güzel haber ile birlikte biz de oyunu edindik ve detaylı olarak incelemeye koyulduk. Bakalım elimizde neler var.

...Hatırlayamıyorum

Geçmişi olmayan bir adamı yönlendiriyoruz oyun boyunca. Geralt, Beyaz Kurt, aslında insan � elf � yaratık üçlüsü arasında sıkışmış biri. Geçirdiği ama hatırlayamadığı kaza sonucundaki ölümü ve elinde barındırdığı insan üstü güçleri, yarım bıraktığı 'gezici yaratık avcılığına' kaldığı yerden devam etmesini sağlıyor. Tabi ki sahip olduğu yeteneklerin bilincinde olan Gerald, bize hiçbir oyunda sunulmamış bir çeşitlilik sunuyor. Bir rol yapma oyununun temel taşı olan karakter gelişimi sistemi, The Witcher'da daha once sadece birkaç oyunda görebileceğiniz bir yapıya sahip. İçinde barındırdığı seviye gelişim süreci boyunca oyuncuya sunduğu alternatiflerin haddi hesabı yok diyebilirim. Detaya inmek gerekirse. Geralt'ın sahip olduğu büyüler 'Sign'(işaret) adı altında geçiyor. Tüm oyun boyunca 5 adet işaret elde etme ve bunları kazandığımız seviye puanları ile istediğimiz gibi geliştirme imkanımız var. Genelde saldırı amaçlı kullanılan bu işaretler, silah kullanımında eksik kaldığımız anlarda başvurduğumuz ilk tercih durumunda. Düşmanı geçici olarak etkisiz hale getirme, hasar verme veya yere düşürme gibi amaçları üstlenen işaretlerin isimleri ise: Aard, Igni, Quen, Axii ve Yrden. Hepsinin kendi içinde bir gelişim ağacı ve kullanım alanı bulunduğu düşünürlürse, ne demek istediğimi daha iyi anlarsanız. Tüm bu işaretlerin yanı sıra her RPG'nin olmazsa olmazı dayanıklılık, bilgelik, çeviklik ve can olarak 4 adet gelişim bölümü daha var. Bunların gelişimi adlarından da anlaşılabileceği gibi karakterimizin daha güçlü olmasını, saldırı ve savunmada daha seri ya da büyü güçlerini kullanım süresini arttırma gibi imkanlar sağlıyor. Arzu ettiğimiz karakteri istediğimiz gibi yaratmak tamamen bizim elimizde.

Başka bir oyun olsaydı, büyük ihtimalle farklı şeylerden bahsederdim ama The Witcher'da daha da derinlere inmemiz gerekiyor. Tüm bu işaretler ve temel gelişim özelliklerimizin yanında daha önce hiçbir oyunda kullanılmamış bir dövüş sistemi ile karşı karşıyayız. Hepinizin bildiği gibi gerek aksiyon, gerekse rol yapma oyunlarında kullanılan sistem ya gerçek zamanlı ya da hamlelerin bizim tarafımızdan emir verilmesi ve sırası ile uygulanması sonucuna dayalıdır. The Witcher ise bu iki türün arasında kalmış ama ikisinden de iyi iş çıkarmış. Karakterimize saldır komutunu verdiğimizde, seçtiğimiz dövüş çeşidine göre hamlesini yapıyor ve belli bir periyot boyunca devam ediyor. Bu sırada daha fazla vurması için tıklamamızın hiçbir anlamı yok. Geralt tarafından yapılan saldırının bitmesi ile birlikte, ikinci kez seçtiğimiz dövüş stilinde saldırması için emir veriyor ve bekliyoruz. Karşımızdakini alt edemezsek eğer üçüncü kez aynı taktiği tekrarlıyoruz. Karşılaştığımız saldırı aralarındaki zamanlamamız ise bizim kazanıp ya da kaybetmemizde önemli rol oynuyor. Savunmanın bizim kontrolümüzde olmadığı bir oyunda, zamanında saldırı emri vermemiz, karakterimizin üst üste her defasına daha güçlü hasar veren kombolar yapmasını ve yetenekli isek bitirici bir vuruşu yapmasına olanak sağlıyor. Oyun süresinde bize sunulan 3 adet dövüş stilimiz var. �Strong, Fast ve Group� olarak adlandırılan bu skilleri güçlü, hızlı ve grup saldırı olarak çevirebiliriz. Güçlü saldırı çeşidi genel olarak hantal ama verdiği hasar açısından güçlü olan düşmanlar için. Hızlı dövüş çeşidi ise güçlü vuruşlardan çok seri ama daha az hasar vermemiz gerektiği zamanlar için birebir. Grup özelliği ise etrafımızı saran birden fazla düşman veya yaratığa aynı anda hasar vermemiz gerektiğinde seçilmesi zorunlu bir özellik. Tüm bu değişimlerin sadece sözde değil, gerek işlevsel gerkse görsel olarak (Geralt'ın kılıcı tutuşu bile değişiyor) fark yarattığını belirteyim. Canınızın yanlış bir seçim sonucunda ne kadar hızlı azaldığını gördüğünüzde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Tabi ki yukarıda bahsettiğim karakter gelişimi içerisine bu 3 skili de ekleyelim. İstediğinizi, istediğiniz gibi bir üst seviyeye taşımakta özgürsünüz.

TimeShift

Zamanı durdurmak, yavaşlatmak ya da geri almak. İnsanoğlunun en büyük hayallerinden birkaçı hiç şüphesiz. Kimine göre ilaç, kimine göre kaçınılmaz sona dur durak bilmeyen bir nehirdir zaman... Kimine göre ise çözülmesi gereken bir problem belki de, örneğin Albert Einstein'a.

Einstein zamanın göreceli bir kavram olduğunu ortaya koymuş, ve maddelerin hızlarına bağlı olarak değişebileceğini öne sürmüştü. Einstein'a göre maddeler ışık hızlarına yaklaştıkça zaman yavaşlar, ışık hızında zaman durur ve ışık hızı geçildiğinde ise tersine akar. Mümkün mü sizce? Şu an için değil, ama Einstein yaşasaydı belki de mümkün olacaktı. Çünkü son yıllarda yapılan deneyler, zamanın hıza bağlı olarak yavaşlayabildiğini açıkça ortaya koydu. Ancak Timeshift'i oynayanların bunlara kafa yormasına gerek yok, biz zamanla istediğimiz gibi oynayabiliyoruz nasılsa.

Korkuyordum... Tekrar ertelenirsin diye.

Zamanla ilgili problemi olan sadece Einstein değil. Oyunun yapımcılarının da problemi olduğu açık. Timeshift'in ilk açıklanan çıkış tarihi 2005'in sonbaharı idi. Evet, oyun tam iki yıl ertelendi, iki yayıncı değiştirdi, iki kez oynanabilir demosu yayınlandı ve hangi platformlarda çıkacağı bir türlü kesinlik kazanamadı. Ana karakter bile değiştirildi. Neredeyse böyle bir oyun olduğunu bile unutmuştuk. Hemen aklıma Duke Nukem Forever geldi. Gözlerim doldu, pencerenin karşısına geçip yağan yağmuru izledim. Neyse ki elimdesin şu an, çok beklemiştim bebeğim.

Oyunda emekli bir albay olan Michael Swift'i kontrol ediyoruz. Beta Suit adı verilen zamanda bazı değişiklikler yapmaya izin veren, omurilikten kullanan kişiye bağlanarak akıl ile kontrol edilen, zırhı (ya da sizin sağlınızı) yenileyebilen teknoloji harikası giysimizi alıp önümüze geleni öldürüyoruz. Çünkü onlar gelip bizim laboratuarımızı bastılar. Daha test aşamasında olan ucube giysimizi kullanmak zorunda kaldık. Dr. Krone, S.S.A.M ya da AI gibi isimlerden bahsetmeye gerek bile yok. Oyunun senaryosu tam bir fiyasko. Ne bir sürükleyicilik, ne bir kurgu ne de başka bir şey. Olmamış!

Oyunun ana teması giysimiz ve onun mükemmel özellikleri üzerine kurulmuş ki bunların en önemlileri: zamanı geri alabilmek, durdurabilmek ve yavaşlatabilmek. Daha önceden F.E.A.R., Max Payne ve hatta Prince of Persia gibi oyunlardan böyle şeylere aşinaydık. Ancak bu kez durum biraz daha farklı, daha eğlenceli. Çünkü bölüm tasarımları bu özellikleri sürekli kullanmanızı sağlamak amacıyla tasarlanmış ve bunda gerçekten başarılı olunmuş. Gücümüz oldukça az olmasına rağmen düşmanlar kalabalık gruplar halinde yerleştirilmiş. Böylece zamanı yavaşlatmak ya da durdurmak zorunlu kılınmış. Etrafta sağlık ya da cephane aramaya hiçbir zaman ihtiyaç duymuyoruz. Çünkü çatışmadan uzak bir köşeye sindiğimizde, özel giysimiz sayesinde sağlığımız (zırh) yenileniyor. Tüm bu nedenlerden ötürü tempo düşmüyor, çatışmalar uzadıkça uzuyor. Yani eğlence fora!

Zamanı durdurmak ise işin en eğlenceli kısmı. Bunu Shift-F ile yapıyorsunuz. Zaman durduğunda düşmanlara ateş ettiğinizde etki etmiyor, ancak akmaya başladığında hepsi aynı anda yere yığılıyor. Oyun boyunca sürekli zamanı durdurup, pompalı ile (ShatterGun) düşmanları avlayıp sonra zamanı ilerletip ölmelerini seyrettim. Yine zamanı durdurma özelliğini kullanarak çözülebilen bulmacalar ile sıkça karşılaşacaksınız. Fazla zekice hazırlandıklarını söyleyemem, ama oyuna farklı bir tat kattıkları kesin.

Zamanı geri alma özelliğini ise (Shift-C) oyun boyunca pek kullanmadım. Sadece düşmanların attıkları ve üzerimize yapışan bombalardan kurtulmak için kullandım. Ya da buna benzer şekilde birden kenara çekilip kurtulmamız gereken bazı durumlarda kullanabilirsiniz. Eğer öldüğümüzde zamanı geri alabilseydik sıkça kullanabilirdik ama bu mümkün değil. Oyun multi-platform olarak çıkmasına rağmen istediğimiz zaman kayıt yapabiliyoruz. Bu yüzden rahatça ölebiliriz, keyfimiz bilir.

Clive Barker's Jericho

Clive Barker'ın ismini ilk olarak 1987 yılında çektiği Hellraiser filmi ile duymuştum. Tabi filmi çıkış tarihinden bayağı bir süre sonra izlemiştim (yaklaşık 5 sene sonra). Film beni oldukça etkilemişti hatta korku filmlerini sevmeyen ben, bu filmden sonra korku filmi hastasına dönüşmüştüm. O zamandan beri korku filmlerini oldukça severim (bu arada şöyle kaliteli korku filmleri yapılmıyor artık günümüzde). Clive Barker'ı tanımayanlar için biraz kendisinden bahsedeyim. Ülkemizde pek bilinmese de Cliver Barker dünyanın en tanınmış korku fantezi yazarlarından birisi olarak anılıyor. Yazdığı kitaplar oldukça ilgi çekiyor ve yok satıyor. Eğer siz de fantezi korku romanlarından hoşlanıyorsanız Clive Barker'ın kitaplarına bakmanızda fayda var. Clive Barker, romanlarını anlatış tarzıyla diğer korku yazarlarından ayrılıyor, romanlarında geçen olayları en ince ayrıntısına kadar anlatması sizi tamamen hikayenin içine sokuyor. Clive Barker'ın oyun dünyasına girişi ise 2001 yılında oldu. Electronic Arts etiketiyle piyasaya sürülen Undying, korku oyunlarının çıtasını bir hayli yükseltti. Undying kimilerine göre şu ana kadar piyasaya sürülen en korkutucu oyundur ve tam bir klasiktir. Eğer Undying'i oynamadıysanız bir yerden bulup mutlaka oynayın. Her ne kadar oyun oldukça başarılı (birçok siteden ve dergiden oldukça yüksek puanlar almıştı) olsa da pek satılmadı (hala umutsuzca oyunun devamını bekler dururum). Ancak Clive Barker pes etmedi ve 2005 yılında Demonik adlı korku oyununu hazırladığını duyurdu. Ancak oyunun dağıtımcı firması Majesco�nun mali sıkıntılar içinde olması nedeniyle oyun 2006 yılında iptal edildi. Demonik'ten sonra Clive Barker, 2006 yılında Jericho projesi ile karşımıza çıktı. Yaklaşık bir buçuk sene süren geliştirilme aşamasından sonra Jericho nihayet raflardaki yerini aldı. Oyunun yapımını ise 2004 yapımı Scrapland oyunu ile tanıdığımız Mercury Steam üstlendi. Oyun dünyasında Undying'den bu yana göremediğimiz Clive Barker tekrar karşımızda, peki Jericho usta yazarımızın bir önceki oyunu Undying'in yanına yaklaşabilmiş mi, gelin hep birlikte bakalım.
Undying'den Sonra Clive Barker Tekrar Karşımızda

Clive Barker's Jericho'yu bilgisayarıma kurarken aklımda hep Undying vardı. O oyunu oynadığım zamanlar aklıma geliyordu ve ne kadar korkarak oynadığımı hatırlıyordum. Hatta oyunu korkudan gündüzleri oynardım, o halimle bile oyun beni korkutmayı başarırdı. Jericho nihayet bilgisayarıma kuruldu ve hemen oyuna girip oynamaya başladım, izlenimlerimi size anlatmadan önce isterseniz kısaca oyunun konusu hakkında size bilgi vereyim. Jericho'nun konusu aslında bir hayli ilginç. Tanrı'nın Adem ile Havva'dan önce yarattığı herhangi bir cinsiyete sahip olmayan The Firstborn, hapsedildiği Sümer şehiri Al-Khali'den kaçmak ister. Firsborn kaçmayı yedi kez dener her denemesinde de dünyadan bir kısım yerleri kendi bulunduğu yere taşır. Oyunda bizim görevimiz ise üstün büyü yeteneklerine sahip Jericho ekibini yöneterek binlerce Cehennem zebanisini öldürerek Firstborn'a ulaşmak, onun kaçmasını engellemek ve son olarak ise onu ait olduğu yere yollamak (hikaye dediğim gibi hayli ilginç olsa da oldukça havada kalıyor, oyun boyunca hikayenin içerisine giremeden sadece önünüze gelenleri vurmaya çalışıyorsunuz). Bu göründüğü kadar olmayacak, buna emin olabilirsiniz (ne demek istediğimi yazıyı okuyunca rahatlıkla anlayacaksınız). Hikayenin ilerleyişini daha fazla anlatmak istemiyorum oyundan alacağınız zevk azalmasın diye ancak bir noktayı söylemem lazım, oyunun başlarında takım kaptanınız Devin Ross ölüyor ama ruhu takım arkadaşlarının içinde dolaşıyor ve onları yönetip onlara özel yetenekler kazandırıyor. Ayrıca takım arkadaşlarınız arasında kimi yönetebileceğinizi seçebiliyorsunuz (yani aslında siz oyun boyunca Ross olarak oynuyorsunuz, en azından onun ruhu ile tüm takımı yönetiyorsunuz). Oyun boyunca Jericho ekibinin tüm askerlerini yöneteceksiniz, bu karakterlerden bazıları ile oyunu oynamak oldukça zevkliyken bazıları ile oynamak ise tam bir işkence olabiliyor. Yönetebildiğiniz karakterleri de kısaca sizlere tanıtayım.